Rabia GENÇAY BEZİR


Zifiri Karanlıkta Masum Çığlıklar

Zifiri Karanlıkta Masum Çığlıklar


Gök gürleyip, şimşekler çakıyordu; zifiri karanlığı aydınlatıp önünü görmesini sağlasa da bu şimşekler, yüreklere korku salan ve tüyleri ürperten sesi hep yıkıcı ve itici olmuştur ruhlarda!...

Olduk olası nazarımızda sevimli olmaz, sevilmezdi karanlık !...

'Ben de sevmiyorum' dedi...

Sesi şimşeklerin sesine eşlik edercesine...

Sesli düşündüğünün sonradan farkına varsa da...

'Tüm karanlık işlerin' zifiri karanlıkta ortaya döküldüğünü bilircesine...

Belki henüz o küçücük bedeni ve zihni kavrayıp idrak boyutuna ulaşamazsa da O'nu Yaratan’ın;

'Karanlığı çöktüğü vakit, gecenin şerrinden (yani tüm karanlık düşünce ,eylem ve fikirlerden )' diye başlayan bir dua ile kendisine sığınılmasını emretmemiş miydi?

'Yarattıkların şerrinden, bastırdığı zaman, karanlığın şerrinden Rabbe sığınırım'.

Nidası ile...

Yarattığı birtakım insanların, kendilerine bahşedilmiş 'eşrefi mahlukat' mertebesinden kendilerini mahrum bırakarak  'esfele safilin' derekesine inince nasıl bir hale dönüşebileceklerini bildiği için Rabbimiz!...

İnsanı yine kendi gibi bir insandan koruyup, sakındırmak ne büyük bir hezimet!...

Karanlık dediği kendi karanlığıydı bir nevi, arkasına dönüp baktığında yaşamaya izin vermedikleri kısacık ömründe anımsadığı ve gördüğü tek şeydi karanlık !....

Ufacık ömrüne ve bedenine kabusu, korkuyu işleyenler bunun hesabını verirler miydi bir gün ?

Oysaki demişti; düşlerimde sadece masmavi bir gökyüzü, oyuncaklar, sıcacık  'Anne' kucağı ve şefkati olmalıydı...

Güven duyması ,bulması gereken kucaklarda güveninin baltalanacağı, tertemiz bedeninin ,düşlerinin onların elleriyle kirletileceği ihtimalini aklından bile geçiremezken!...

Ve ekledi sonra...

Benim dünyamda gün bir başka ışıldardı, güneş sıcacık yüzünü tepelerin ardından yeni bir gelin misali bir başka süzülürdü gökyüzüne doğru!...

Gün ışığının hareketlendirdiği sinekler, kuşlar, börtü böcek büyük bir keyifle uçuşup dururlardı....

Böylesi masum ve pak olan gökyüzünün altında  canımın isteğine bağlı olarak ağır -aksak büyümekti tercihim!...

Emekleye emekleye yürümeyi, öğrenmeyi ,sonrasında düşe kalka koşmayı, okumayı 'büyük adam' olmayı belki de!..

Karanlıkla tanışmamam gerekirdi..

Benim işim mavilikle, yeşille, topla, kaydırakla, dahası salıncakla olmalıydı...

Benim gibi bir 'kuş kadar' olan yüreğe fazla ağır değil miydi bu?

Işığımı, yaşam hakkımı ve yaşama sevincimi aldılar bir sabah  ansızın !...

“Ne oluyor?” dememe kalmadan 'buz kestirdiler' bedenimi....

Karanlığın ortasında buluverdim kendimi!...

Yorgan diye toprağı örttüler üstüme soğuk ve hissiz!...

Bana sorulmadı bile tercihin bu olur muydu diye?

Küçücüktü bedenim öylesine savunmasız ve güçsüz !...

Benden büyük olan sizleri 'Dev aynasından' görmem de bu nedenle değil miydi?

Ancak bu 'devlik'  sizlerin sevgilerine, inançlarına, koruyuculuklarına istinaden bir teşbihti....

Bilemezdim 'Devler ülkesi' efsanesinin gerçek olabilme ihtimalini!...

Asıp kesen, yok eden 'Devler ülkesi'...

Efsane değilmiş meğerse...

Üç yaşında, iki yaşında, bir aylık, iki aylık ve henüz hiçbir şeyin farkında olmayabilir, bir şey bilmiyor da olabilirim...

İsmimin Leyla, Müslüme, Eda, Ayşe, Fatma olması da mühim değil....

Ancak ne var ki sizlerde ki bu akla zarar kayıtsızlığınızı bilemeyecek, hissedemeyecek kadar sevgiden, merhametten, şefkat ,özen ve ihtimamdan sizler kadar duyarsız ,yoksun bir varlık değilim ....

Yenik ekine dönüşmüş sanki yeryüzü ve içindekiler ...

Sıcacık evimde ve kucakta olmam gereken yerde beni karanlık bir el alıp çekti kuyunun dibine!...

Keşke dedi birden!..

Keşke şu çağın masum yüzü olarak gelmeseydim ,keşke ellerin ve dillerin güven vereceği çağda dünyaya gelmiş olsaydım!...

İstikamet şaşınca, insanlık da şaşarmış ya hani;

İnsanlığın şaşmadığı aksine 'yok olmuş' bir dönemin masum, savunmasız ve dalından koparılmış 'yüzü' olmayı hiç mi hiç istemezdim !...

Sessiz çığlıklarım yeri göğü inletiyor nitekim 'insanlık' denen 'sözdelik' buna kulaklarını tıkamakta ısrarlı !...

Gözler kör ,kulaklar sağır, yürekler buz kesmiş adeta!....

Yüz yıllar öncesinde sadece cinsiyet ayırımın dan 'Kız çocukları' diri diri toprağa gömülür, yok sayılırdı ki bu bile şu asrımızda 'canice, medeniyet dışı' diye nitelendirilip lanetlenmez mıydı?

Ne oldu da 'medeniyet toplumu, teknoloji çağı' dediğiniz bu çağımıza; artık kızı, erkeği demeden öldürülür olunmuş? öyle ki sadece gömerek de değil; hunharca ,canice, iğrencin ötesinde denebilecek bir boyutta gömülür olmuşlar .....

Hani evlat kokusu, cennet kokusuydu?

Hani çocuklarımız bugünün yarını, yarının umuduydu?

O umuda nasıl kıyar, nasıl öldürürsünüz?

Hani çocuklarımız yeryüzündeki gülüşlerin kaynağıydı?  

Onu nasıl oluyor da hunharca tüketiyorsanız?

Çocukluk öyle bir şey ki; celladına bile sevgiyle yaklaşabilecek kadar masum olmak değil miydi?

Nasıl oluyor da kıyıyorsunuz bu masumiyete?

Çocukluğumu geri verseler yeniden bir tek düştüğüm için yansın içim ve kalbim korkularıma değil ,çok koştuğum zaman çarpsa sadece ....

Beni içine çektiğiniz zifiri karanlığın girdabında ki sessiz çığlıklarım bunlar!...

Tırmalasın 'insanlığın'  ​kulaklarını ve taş kesilen yüreklerini !....

Ey insanlık !

Unutmayın biz tükenirsek insanlık da tükenir!...

Tüketmeyin bizleri!....