İslam dünyasının Pers evladı olan İran, İslam’a girdiği günden beri Müslümanlarla gönül ve hedef birliği kurmakta hep mesafeli kalmıştır. Osmanlı’nın Haçlılarla yürüttüğü savaşlarda bile İran çoğu zaman arkadan vurmuş, ümmetin bütünlüğüne zarar vermiştir.
Yakın tarihte de bu çizgi devam etmiştir İran, Karabağ savaşında Ermenistan’ın yanında yer almış, Suriye’de zalim Esed’in arkasında durmuş, Kudüs Gücü eliyle Suriye halkına ağır bedeller ödetmiştir. Buna rağmen Türkiye, İran’la ilişkisini koparmamış; Batı’yla yaşadığı krizlerde hep arabulucu olmuş, diplomasinin önünü açık tutmuştur.
Ancak bugün İran’ın geçmişteki bu tutumlarıyla yüzleşmesi ve bir fırsatla karşı karşıya olduğu bir eşikteyiz: Kefaret ödeme zamanı. İsrail’in pervasız saldırılarına karşı ciddi bir duruş sergileyerek hem ümmetin güvenini kazanma hem de geçmiş hataları telafi etme şansı yakalamıştır.
İRAN DÜŞERSE...
ABD’nin 18 savaş gemisi eşliğinde bölgeye doğru hareket ettiği bu süreçte, İran’ın zayıflatılması veya çökertilmesi, bölgedeki tüm dengeleri değiştirecektir. Körfez ülkeleri (Mısır hariç) savunma sanayii açısından Batı’ya bağımlı, iç siyasi meşruiyet açısından ise kırılgandır. İran’ın düşmesi, Arz-ı Mev’ûd projesi için İsrail’in önündeki en büyük engelin kalkması anlamına gelir.
Körfez ülkeleri bugün sessizdir çünkü zaten İsrail ve Batı'nın uydusudur. İran’ın füzelerinin Irak ve Ürdün hava sahasında düşmesi bu örtülü iş birliklerinin kanıtıdır.
Bu süreçte Türkiye, Ortadoğu’daki en güçlü ülke olarak yalnız kalma riskiyle karşı karşıyadır. Ancak bu yalnızlık, aynı zamanda bir liderlik fırsatıdır.
"Küfür Tek Millettir" Gerçeği Dış Desteğe Güvenilmemeli
Bazı çevreler, İran’a yönelik olası saldırıda Çin, Rusya ve Kuzey Kore gibi ülkelerin devreye gireceğini düşünse de bu beklenti ihtiyatla karşılanmalıdır. Çünkü Kur’an’ın açık beyanıyla:
“Küfür tek millettir.” (Bakara 2/120)
Küfrün cepheleri, çıkarları çatışsa da Müslümanlara karşı ortak hareket etmekten geri durmazlar. Bu nedenle Türkiye hiçbir ülkeye güvenerek değil, tam bağımsız bir stratejiyle, kendi savunma ve diplomasi hamlelerini planlamalıdır.
Türkiye’nin Avantajları Siyasi ve Sosyolojik Gerçekler
Tüm bu tehditlerin yanında Türkiye'nin çok ciddi avantajları da bulunmaktadır.
Siyasi zeka ve devlet aklıyla doğru organize edilirse Türkiye, yalnızlığa mahkûm olmak bir yana, ümmetin liderliğini fiilen üstlenebilir.
Bugün
Mısır halkının %50’si Türkiye’ye sempatiyle bakmaktadır.
Suriye halkının çok büyük bir kısmı Türkiye’nin liderliğini benimsemektedir.
Ürdün’ün önemli bir nüfusu Filistinlilerden oluşmaktadır ve bu Türkiye için doğal bir stratejik yakınlıktır.
Pakistan zaten Türkiye ile aynı çizgide hareket etmektedir.
Afganistan’daki İslam Emirliği, Türkiye ile iş birliğine oldukça açıktır.
Suudi Arabistan halkının önemli bir kısmı Türkiye’ye gönülden bağlıdır.
Malezya, Endonezya ve Türk Cumhuriyetleri ise hem tarihi bağlarla hem de siyasi eğilimle Türkiye'ye yakındır.
Kısacası, bir zamanlar hilafetle yönetilen halklar, bugün de gönülden Türkiye’nin adalet merkezli liderliğine hazırdır. Bu büyük potansiyel, doğru organize edilirse sadece Türkiye’nin değil ümmetin kaderini değiştirebilir.
Dezavantajlar ve Tehlikeler
Ancak unutmamak gerekir ki bu avantajlarla birlikte büyük tehditler de vardır:
İran’ın çökmesiyle İsrail için tek tehdit haline Türkiye kalacaktır.
Bu durum, Türkiye’yi doğrudan Irak, Suriye ve İran sınırlarından kuşatma riskine açık hale getirir.
İsrail’in Arz-ı Mev’ûd hayalleri, Türkiye’nin Güneydoğusu ve Kapadokya’ya kadar olan topraklarını hedeflemektedir.
Türkiye’nin Tel Aviv’e doğrudan askeri müdahale kabiliyeti yoktur, ancak buna karşı savunma ve caydırıcılık stratejisi geliştirilebilir.
NATO üyeliği bir güvence gibi görünse de, ABD ile çatışmaya giren bir Türkiye bir bahaneyle NATO’dan çıkarılabilir ve Batı’nın doğrudan hedefi haline getirilebilir.
Çözüm Yerli Güç ve İlahi Güvence
Türkiye artık askeri, diplomatik ve istihbari tüm hazırlıklarını en üst düzeye çıkarmalıdır. Tarihi derinliği, köklü devlet geleneği ve son yıllardaki savunma sanayiindeki yükselişiyle Türkiye bu süreci lehine çevirebilir.
Kur’an, sadece askeri güce değil, ilahi stratejiye de güvenmeyi öğütlemektedir:
“Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal 30)
“Yeryüzünü dolaş da suçluların sonunun ne olduğuna bak.” (Neml 69-70)
“Güç ve ihtişam arayan kimse bilsin ki güç Allah’ındır.” (Fatır 10)
Sonuç Teyakkuz ve Dirayet
İran’a yönelik baskı ve kuşatma, aslında Türkiye’nin de geleceğini belirleyecek gelişmelerin başlangıcıdır. Bu nedenle Türkiye, ne İran’ın gölgesine sığınmalı ne de Batı’ya yedeklenmelidir.
Yerli, milli ve ümmet merkezli bir çizgi, Türkiye’yi hem bölgenin lideri yapar hem de düşmanların tuzaklarını boşa çıkarır.
Bugün ümmetin gözü Türkiye’dedir. Ve Türkiye, buna hazırdır.