Kenan GÜL


Bu Gidişat Nereye? Eğitimde Kaybolan Maneviyat ve Sessiz Çöküş

Eğer bu gidişat devam ederse, birkaç yıl sonra örnek alınacak tek bir genç bulmakta zorlanacağız. Bugün masum gibi görünen bu süreçler, yarın çok daha büyük toplumsal yaraların zeminini oluşturacaktır.


Aylardır, hatta yıllardır farklı köşe yazılarımda aynı soruyu sordum: Bu gidişat nereye?
O günlerde “abartıyorsun” diyenler oldu. “Toplumu karamsar görüyorsun” diyenler çıktı. Hatta bazıları meseleyi kişisel hassasiyetlere indirgemeye çalıştı. Oysa bugün yaşananlar gösteriyor ki, o yazılarda dile getirilen uyarılar maalesef fazlasıyla yerindeymiş. Hatta o günler için söylediğim “Bugünler iyi günleriniz” sözü, gelinen noktada ürkütücü biçimde doğrulanıyor.
Türkiye’de eğitim sistemi artık sadece aksayan bir yapı değil; başlı başına bir çarpıklık, bir savrulma alanı hâline gelmiş durumda. Ve bu sistemin verdiği en büyük zarar, sınav sonuçlarından ya da akademik başarısızlıktan çok daha derinde yatıyor: Maneviyatın, ahlakın ve değer bilincinin sistemli biçimde dışlanması.
Son haftalarda yaşananlara bakalım.
Sözüm ona “ünlü” diye önümüze konulan isimlerin, spor dünyasından magazin dünyasına kadar birçok alanda uyuşturucuyla anılması, namazla ve dini değerlerle alay edilmesi, bu tavırların gençler arasında sıradanlaştırılması… Daha da vahimi, bütün bunlar olurken artık tepki verecek bir toplumsal refleksin dahi kalmamış olması.
Çünkü bu refleksi oluşturacak insan tipi, artık yetiştirilmiyor.
İlkokulda Müslüman bir aileden çıkıp eğitim sistemine teslim edilen çocuklarımız; ilkokuldan liseye, oradan üniversiteye gelene kadar ya dininden bihaber, ya deist, ya da ateist bir kimlikle karşımıza çıkıyor. Üstelik bu tablo yalnızca belli okullarla sınırlı değil. İmam hatipler dâhil, birçok eğitim kurumunda benzer savrulmalar açıkça görülüyor.
Bu bir tesadüf mü?
Elbette hayır.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin yakından tanıdığı, ismini burada özellikle zikretmek istemediğim sözüm ona ünlü bir sanatçının yaşattıkları, bu çarpıklığın en acı örneklerinden biri olarak hafızalara kazındı. Kendi öz annesini, sırf mal varlığı meselesi yüzünden, narsist ve sadist bir ruh hâliyle apartmandan aşağı iterek ölümüne sebep olabilecek bir insan profiliyle karşı karşıya kaldık. Bu yalnızca bireysel bir suç değildir; ahlaki ve vicdani çöküşün geldiği noktayı gösteren ibretlik bir tablodur.
Benzer bir savrulmayı siyaset alanında da görüyoruz. Birileri çıkıp, milli piyango gibi toplumun ahlaki yapısını zedeleyen bir uygulamayı “Anadolu kültürü” diye pazarlayabiliyor. Bununla da yetinmeyip, bir insanın ölümünün ardından “bizim geleneğimiz” diyerek alenen içki içmeyi normalleştirebiliyor.
Soruyorum: Bu nasıl bir gelenek? Bu hangi kültürün mirası?
İşte bu insanlar, tam da eleştirdiğimiz eğitim sisteminin içinden çıkıyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün; fakat bunlar kamuoyunda açıkça görüldüğü ve sembolik hâle geldiği için özellikle dile getirmek gerekiyor.
Bugün anne babalar dahi çocuklarıyla baş edemez durumda. Evinde dini ve ahlaki değerleri yaşatmaya çalışan bir ebeveyn, dışarıda bambaşka bir kültür bombardımanıyla karşı karşıya kalan çocuğunu koruyamıyor. Sosyal medya, okullar, yurtlar ve “özgürlük” adı altında sunulan sınırsızlık, gençliği hızla savuruyor.
Üniversite yurtlarında yaşananlar bunun en somut göstergelerindendir. Kız öğrencilerin gece 23.00’ten sonra yurda giriş saatine yönelik uyarılara sert tepki göstermesi, bunu “özgürlük kısıtlaması” olarak sunması üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir alarmdır. Bahsettiğimiz kişiler kız çocuklarıdır.
Eğitim hayatı devam eden bir gencin, gece yarılarına kadar dışarıda kalmayı “hak” olarak görmesi, özgürlük değil; başka tehlikelerin habercisidir.
Bir el, çocuklarımızı bilinçli biçimde uyuşturucuya, alkol kültürüne, gece hayatına sürüklüyor. Sonra da bütün bu tabloyu “çağın gereği” diye sunuyor. Oysa bu gidişatın hayra alamet olmadığı açıktır.
Bugün savunma sanayisinden, teknolojik atılımlardan söz ediyoruz. Evet, bunlar son derece önemlidir. Ancak şu gerçeği göz ardı edemeyiz:
O alanlarda çalışacak nitelikli ve ahlaklı insan kaynağı, işte bu eğitim sisteminden çıkacaktır. Maneviyatını, vicdanını ve sorumluluk bilincini yitirmiş bir nesilden ne gerçek bir bilim insanı çıkar ne de bu ülkeye sadakatle hizmet edecek bir gençlik.
Eğer bu gidişat devam ederse, birkaç yıl sonra örnek alınacak tek bir genç bulmakta zorlanacağız. Bugün masum gibi görünen bu süreçler, yarın çok daha büyük toplumsal yaraların zeminini oluşturacaktır.
Bu nedenle devletin bu konuda acil ve köklü bir politika üretmesi artık bir zorunluluktur. Eğitim müfredatı baştan sona elden geçirilmeli; maneviyatı, aileyi, ahlaki sorumluluğu merkeze alan yeni bir anlayış inşa edilmelidir. Bu çocuklar özüne, değerlerine ve inancına yeniden yönelmek zorundadır.
Bu bir tercih değil, bir beka meselesidir.