Toplum olarak çeşitli sendromlar yaşadık, yaşıyoruz. Ama son günlerin en hissedileni bölünmüşlük sendromu olsa gerek. Bulaşıcı olan bu sendrom, her geçen gün ivme kazanarak sinsice ilerliyor maalesef.
O kadar ayrıştık ki bölünebilme hızımıza matematik bile yetişemiyor artık. Düşüncelerimizin tıpa tıp DNA'sına sahip olmayan herkesi kendimizden uzaklaştırıp ötekileştiriyoruz. Hemen yaftalayıveriyoruz. "Ocu, bucu, şucu... "
Bir konuda aynı düşüncedeysek kontrolsüzce sevip göklere çıkarıyor, farklı düşüncedeysek kontrolsüzce nefret edip yerin yedi kat dibine batırıyoruz. "Beyaz ise bizden; siyah ise bizden değil" şeklinde beynimize yüklediğimiz komutlar yüzünden siyahın içindeki beyazı, beyazın içindeki siyahı göremiyoruz. Zihnimizdeki "iyi" ve "kötü" figürlerin mütemadiyen aynı kalacağına inanıyor; fikirlerimize hükmeden taassuptan sıyrılıp eleştirel bakamıyoruz hiçbir şeye. Eleştirmediğimiz olaylara da çok yönlü bakamıyoruz. Aynı düşünüyorsak "bizden" deyip bağrımıza basıyor, farklı düşünüyorsak "bizden değil" deyip set çekiyoruz; bölünüyoruz...
"Aynılık" arıyoruz herşeyde. Farklılıkları reddediyoruz. Tekdüze ideolojiler, tekdüze sevgiler, tekdüze nefretler... Bu muydu birileri tarafından elimine edilmeden yaşamanın şifresi? Dünyaya aynı pencereden mi bakmak zorundaydık? Yaradanın binbir renk kullandığı kainatta aynı renge mi meftun olmalıydık? Aynı partiye oy verip aynı takımı tutuyor olsaydık, zaferin hazzını ya da mağlubiyetin acısını nasıl yaşayacaktık?
...
Oysa farklılıklarımızdır bizi biz yapan, hayatımıza anlam katan. Farklılıklarımızdır alelade ömrümüzü fevkalade kılan. Ve tüm farklılıklara rağmen bir arada olabilmek, aynı havayı soluyabilmektir mühim olan. Tüm farklılıklara rağmen aynı şarkıya ritim tutup, aynı ağıta eşlik edebilmektir... Ötekileştirmeden, itip kakmadan, bir kulp takmadan beraber ağlayıp beraber gülebilmektir...